Kategoriler

11 Aralık 2014 Perşembe

The Age of Innocence / Masumiyet Çağı



Masumiyet Çağı
Edith Wharton
1920
Amerikan Edebiyatı



1900lerin başındaki New York, aristokrasisi ve sarsılmaz kurallarıyla bulunduğu çağa hükmetmekte. Yine o kuralları koyan toplumun yetiştirdiği bir kadın bu sefer onlara kafa tutmakta.

Boşanmanın ve boşanan kadının toplumun başına geleceği felaket olarak görüldüğü muhafazakar New York'ta bir tür kaçış öyküsüne tanık oluyoruz. Avrupa ve Amerika arasındaki sürtüşme ve ayrılıklar kitapta kendini gösteriyor. İçinde bulunduğu toplumdan kaçış arzusu ana karakterlerde baskın olarak karşımıza çıkıyor.

Yazar Edith Wharton eleştirilerini keskin bir şekilde topluma yöneltiyor. Muhafazakar ve renkleri asla görmek istemeyen, katı kuralları olan içi boş o toplumu hedef almış durumda. O dönemlerde içinde bulunduğu üst sınıf ailelerin oluşturduğu toplumun kuralları ve tabuları olduğunu ve bunun dışında bir şeyler görüldüyse eğer, kolaylıkla toplumdan dışlanıldığını anlıyoruz. Boşanmak özellikle de kadın için boşanmak tahammül edilemez bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların boşanmaması gerektiği, kocalarının yanında olması gerektiği, ataerkil sistemin yansımaları olarak karşımıza çıkıyor. Bu eleştiriler Ellen üzerinden verilmiş durumda.

Wharton'ın da boşanmış bir kadın olduğunu söyleyelim, Ellen'ın dışlanmışlığı, hatta ailelerin mutluluğuna engel olabilecek bir sebep olarak gösterilmesi ve kendi haklılığı ve kararlığı nedeniyle toplumun dışına itilmeye çalışılması romanın tamamına yayılmış durumda. Wharton'ın yaşadıklarından ilham almış olmalı ve yine biyografik özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.

Diğer bir eleştiri ise,aile kavramının ve ailenin içinde yaşadığı toplumun çok önemli olduğu, onu korumak için her şeyi yapma yükümlülüğünden doğan bir birey toplum çatışmasının oluşması ve kişinin asla kendi hayat seçimlerini yapamaması. Yaptığında ise Ellen gibi toplumun dışına atılmak istenilmesi.


Age Of Innocence
Edith Wharton
1920
American Literature

At the beginning of the 1900s New York City with its aristocracy and strict rules, dominated that age. However, the woman who was raised by the same society resists them bravely.

We witness a kind of escape story in conservative New York where divorce and divorced women were considered as a disaster. Conflicts and differences between Europe and America are manifested in the book. Desire to escape from society shows itself in the main characters

Edith Wharton sharply criticizes society. She aims to conservative and hollow New York City which has strict rules and cannot see the colors of life and  We can easily understand that the society is composed of upper-class families which have rules and taboos additionally if anyone broke these rules and taboos s/he easily would be excluded from society. Divorce emerges as an intolerable thing, especially for women. The idea that women should not divorce and they need to be with their husbands emerges as a reflection of patriarchy. Wharton criticizes these issues with Ellen.

Ellen's exclusion and that shown as a reason that might prevent the happiness of families and tried to be excluded from society because of her decisions have spread to the entire novel. Wharton must have been inspired by her own life then again we can say that the novel has biographical features.

Another criticism is the individual and society conflict stems from the idea that family is important and an individual has to do everything to protect his/her family so s/he cannot make his/her own choices
Even if s/he makes, s/he will be excluded from society just like Ellen.


1 Aralık 2014 Pazartesi

A Farewell To Arms

1900lerin ilk yarısında, dünyanın şahit olduğu savaşlar kendini o dönemlerin romanlarında, bazen biyografilerin kimliğinde, bazen olayların geçtiği yerde, bazen de hayat görüşlerinin sorgulandığı yerde buluyor.

Romanı Frederic Henry'nın anlatımıyla okuyoruz, gelecek kaygısı olmayan bir karakter olan Henry'nin romanın ortalarında tam tersine gelecek kaygılarını taşıdığı ve sonunda ise gelecek için beklentilerinin sancılı bir sürece girip bir anda yok olduğu görüyoruz. Savaşa karşı olan eleştiri en başından beri kendini hissettiriyor, bunu kolayca anlayabiliyoruz. Gelecek için yapıldığı iddia edilen bir savaş zincirinin, bireyleri derin bir buhrana sürüklemesi, vadettiği geleceği asla vermemesi irdelenen konular arasında. İnsanın ruhunu paramparça eden bir canavar olarak karşımıza çıkıyor savaş, hem de savaşa gönüllü olarak katılan ve bu inanca bağlı olan birinin gözünden.

Savaşta askerlerin etik sorgulamaları, ruh durumları detaylı ve eleştirel bir şekilde ele alınıyor. Bu sorgulamalardan yola çıkan roman, karakterlerin değişimleri üzerinde yoğunlaşıyor. Aşk ise yine kaçınılmaz gibi duruyor.

Biyografik özellikler taşıdığını da hemen belirtelim. Hemingway'in 1918 yılında orduda bulunur ve İtalya'da Kızılhaç'a ambulans şoförü olarak katılır ve orada hemşire Agnes von Kurowsky'ye aşık olur.  Kurowsky ve Hemingway evlenmeyi planlar. Cephede yaralanan Hemingway tedavisinin ardından ülkesine geri döner. Kurowsky gönderdiği mektupta İtalyan bir subayla nişanlandığını yazar.

Hemingway'in A Farewell to Arms'ı yazmasına katkı sağlayan Kurowsky, romanda kendini Catherine olarak buluyor. Rol dağılımlarına baktığımızda, hemşire olan bir Cathrine, oldukça uysal, yumuşak başlı ve Henry'nin otoriter tavırlarına uysallık gösteriyor, ama bunu abartılı olarak algılamaktansa, hafif dokunuşlarla verildiğini söyleyebiliriz. Erkek karakterlerin oldukça baskın, yetkili rütbelerle tanıtılan etkileyici karakterler olarak verilmesi de göze çarpıyor.

Otobiyografi ögeleri ile bezenmiş, aşk ve savaş arasında kalınmış hayatların sonunun hüsranına tanık oluyoruz. Dönemin romanlarına hakim olan konu olan yalnızlık yine kendini gösteriyor. Roman Henry'nin yalnızlığı ile birdenbire biterken savaş ve etkileri yer yer örtük bir dille de anlatılsa da yine eleştirilerin hedefi oluyor. Sert bir eleştiri gördüğümüzü söyleyemeyiz ama aşkın, arkadaşlığın ve etik değerlerin savaştan üstün tutulduğu bir roman sunulmuş okurlara.



25 Kasım 2014 Salı

Catcher in The Rye

Amerikan Oluşum romanları arasında başı çeken J.D Salinger'ın 1951 yılında yayınlanmış bu kitabında 13 yaşındaki Holden'ın yatılı okulundan kaçıp, " eve gitmeme " serüvenini görüyoruz. Modern zamanların Odisseas'u diyerek bir ironiye götürebilir mi acaba diye sorgulatmakta bir yerde.
Holden kendi dünyası içerisinde "phony" olarak adlandırdığı, yapmacık insanlardan uzaklaşmakta, topluma gönderiler yapmakta olduğunu görüyoruz.
Kendini, uçurumun kenarından düşmekte olan çocukları tutan ve kurtaran biri olarak gören modern zamanların bir kahramanın öyküsü aslında. Kahraman kelimesini sonuna kadar hak ediyor Holden. Uzaklara gitmek isteyen ama gidemeyen, sebebini kızkardeşinin mutluluğunda bulan bir kahraman.

Kimlik oluşturma sürecine tanık olarak okuyucuyu koyan Salinger, bu kimlik oluşturma sürecinde psikolojik ve sosyal yaptırımları harmanlayarak, toplumsal eleştirilerle kitabı okuyucularına sunuyor. Aileyi temele alan bu kimlik süreci, çözümünü yine aile temellerine dayandırıyor.

Salinger, günlük konuşma dilini kullanarak, eğlenceli bir anlatımla okuyuculara sunuyor. Yer yer sizi gülümsetiyor.

Bir solukta bitirilesi bir roman.


7 Kasım 2014 Cuma

Bir Şehir Hikayesi; Sister Carrie

Theodore Dreiser'ın insan içgüdülerine bolca göndermeler yaptığı, Realist akımın önemli eserlerinden biri olan Sister Carrie (Kızkardeşim Carrie) yükselme hırsı ve idealize edilmiş bir lüks yaşam kavramlarıyla dönemin içinde bulunduğu kayıtsız ve yozlaşmış topluma bolca eleştirilerde bulunuyor.
Etik değerlerin düşüşü Carrie ile tasvir edilse de, romandaki her bir karakter aslında, toplumun yozlaşmış kültürünü temsil ediyor. Materyalist yaklaşımlar eleştirilirken, karşımıza "yalnızlık" kaçınılmaz bir son olarak çıkıyor
Realist akımın bir parçası olarak Dreiser, subjektif bir dil kullanmaya çalışıyor, toplum eleştirisi kitabın tamamına hükmetmiş durumda. Tesadüflerin romanda karşınıza çıkmasını ise, insanların aldıkları kararlarda, kendi içgüdüleri ile savaş halinde bulunmalarına rağmen, toplumun onları o yönde karar almalarındaki payına yaptığı eleştirilerden kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Naturalist akımı, Realizm'den ayrı düşünemeyeceğimizi ele alırsak, Dreiser'ın yer yer insan içgüdülerine göndermeler yapmasını ve bu içgüdüleri benzetmelere dayandırması kaçınılmaz gibi duruyor. Aynı zamanda Naturalizm'de çevrenin etkilerini belirli bir kayıtsızlıkla okuyuculara sunması Sister Carrie'de karşımıza çıkıyor.

Romanın en son size soracağı soru ise; " Şimdi de böyle şeyler hiç olmuyor mu? "

Keyifli okumalar


30 Ekim 2014 Perşembe

Nadir Kitap

Bu yazıda herhangi sponsorluk ve reklam içeriği bulunmamaktadır !

Geç tanıştığım, okumak istediğim her kitap için ziyaret ettiğim, bulunması zor ya da özgün dilinde bulunması zor kitapları bulabildiğim bir kitap satış sitesini tanıtmak istiyorum. İsminden de belli olduğu gibi, nadir kitapların adresi diyebilirim. Bir çok sahafı buluşturan güzel bir oluşum. Türkiye'nin bir çok yerinden bir çok sahaf bir arada olunca haliyle ikinci el, baskısı tükenmiş ve antika kitapları bulabiliyorsunuz. Bunun yanında güncel kitapları da Amazon'a ve kargosuna yüksek fiyatlar ödemeden, günlerce kargo beklemeden satın alma şansınız var. 

Yaptığım alışverişlerden genel olarak memnun kaldım diyebilirim. Satın aldığım kitaplardan bazıları ;






11 Eylül 2014 Perşembe

İnsan Mekanizması

Gerçekten rahatsız olduğum bir konudan bahsetmek istiyorum;  asla memnun olamama duygusu ile doğmuş insanlar etrafımı sarınca sinir harbi geçirmemek elde değil.
Bu insanlar;
-Asla kendi yanlışlarını görmezler
-İşler ters gittiğinde, suçlanacak kişiler başkalarıdır.
-Her şey çok saçmadır, her şey 'in tanımı onlar için ters giden şeyler anlamına gelmektedir. İyi bir şeyler varsa, onlar saçma olan her şeyin içerisinde değildir.
-Farklılıklara açık olamazlar, irdelerler ve kendilerine benzemeyenler sert bir dille eleştirilir.
-Grup çalışmalarına uyum sağlayamazlar, projelerin kendi çizgisi üzerinden gitmelerini isterler.
-Proje içerisinde konular sunum sırasında, kendi işleyiş sırasına göre değil, o kişilerin belirlediği sırada gider. Diğer grup üyeleri ağzı açık şekilde, kavrayamadan sunumu izlerler.
-Onlara karşı eleştiride bulunmanız mümkün değildir, asla hatalı olduklarını kabullenemediklerinden olsa gerek.
-Prosedürlerin uygulanmasını savunurken, kendilerini kapsayan düzenlemelerde her zaman esneklik talebinde bulunurlar. Bunun en kötü yanı ise, bu esneklik sağlanmadığında şiddetle tepki gösterirler.

Ben bu kişilere "maruz kalmaktan" şikayetçiyim a dostlar. Hayat yeterince çekilmez değilmiş gibi bir de bu insan profilleri ile uğraşmak beni inanılmaz derecede yoruyor.

En iyisi dönelim kitaplara, ayraçlarla buluşalım.

29 Ağustos 2014 Cuma

Bestseller

Sylvia Plath da Virginia Woolf'u seviyormuş.

En çok satanlar listesine baktığımda, aslında özel olarak Google'da aramama ya da kitap satışı yapan sitelere bakmama gerek yok Facebook'ta ana sayfama baksam yeterli, hala aynı kitapların bulunduğunu görmek üzücü. Kitap okuma bir moda furyası içine girerken, kapak tasarımı kitap alımına etkiliyken, bir kitabı çok iyi yapan içerisindeki olay örgüsü, hızlı okunması ve içinde "ağlatan aşk"ın bulunup bulunmaması kriteri yer alırken benim bu şaşkınlığım çok normal olmasa gerek!

Bestseller listesinde kitapları almayı reddetmiyorum, çoğunu alıp bir kaç gecede bitirip sonra rafa kaldırdım. Okumam bir şeyi değiştirdi diyemeyeceğim. Neyse, durum içler acısı yine de. 

Değinmek istediğim diğer bir konu ise; çeviri kitaplar. Israrla Türkçe'ye çevrilmiş kitapları okumayı reddediyorum. Çevirilerdeki ekleme-silme, ilginç kelimeler üretme eğilimleri görülürken, tabi ki çevirmenin ekleme hakkı her zaman vardır ama bu durum rahatsız edici derecede olmaya başlıyorsa sorun var demektir, ben çeviri kitapları okumaktan hoşlanmıyorum. 

Yakınlarda, okumayı düşündüğüm fakat sınavlardan ötürü fırsat bulamadığım bir kitabı satın almak için kitap satışı yapan internet sitelerini ziyaret ettim. Hepsinde gördüğüm "TÜKENDİ" ibaresinden bıkmışken, aradığım kitabın Türkçe'ye çevrildiğini ve çok kısa bir zaman önce piyasaya çıktığını öğrendim. Güzel bir tesadüf olsa gerek diye düşünürken ben Türkiye sınırları içerisinde o kitabın özgün dildeki basımını bulamayacağımı anladım.

Çevirisini okuyacağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz sevgili yayınevi! Orjinal dilde baskıların ülke sınırları içerisinde bulunmaması da kitabınızı alacağım anlamına gelmiyor maalesef! 

9 Mart 2014 Pazar

Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun

Gecikmiş bir post olduğu için öncelikle özürlerimi sunarım.

Emekçi kadınların, seslerini duyurduğu gün olarak ortaya çıkan, daha sonra çeşitli ülkelerin bu günü tanıması ile sesini duyuran ve günümüze kadar gelen bu önemli günümüzü kutlarım.

Çeşitli firmaların, alışveriş merkezlerinin, mağazaların ve süpermarketlerin çikolata ve kozmetik ürünlerinde indirimler yaptığı bir gün haline geldi aslında 8 Mart. Ne üzücü ne sevindirici. Tüketim çılgınlığına farketmeden zorlanan bizler için bir nebze hesaplı alternatif olarak düşünüyorum ve kadınları düşünen tüm markalara buradan teşekkürlerimi sunuyorum.

Emeğimizin karşılığını görebileceğimiz nice Kadınlar Günü'ne

Sevgiler.